Admin 10:2724 Ocak 2024
Çok sonraları teknik kitaplarda ‘akışkanlar’ olarak ad ve yer bulan, bazı sıvı ve gazlar muhtemelen insanın yeryüzünde henüz görünmediği zamanlarda bile doğada vardılar. Yani insan ilk makinesi olan çıkrık ya da tekerlekli el arabasını, ilk silahı olan ucuna yontulmuş taş bağlı ağaç dalını (mızrağı) daha düşünecek/tasarlayacak durumda değilken havada bazı gazlar, yeryüzünde sular, yeraltında bazı sıvılar dolaşıp duruyordu. Yüzyıllar geçti, insanoğlu el becerilerini geliştirdi, doğayı ve ona karşı kendi güçlü yanlarını daha fazla keşfetmeye başladı ve sanayi devriminin eşiği olan 18. Yüzyıla doğru ilerledi. 1789 Fransız İhtilali’nin nedenlerinden biri de olan, mühendisliğin ilkbaharı, belki de en büyülü dönemi Sanayi Devrimi’nin işaretlerinin başında buhar makinesi geliyor kuşkusuz. Buhar makinesi ile birlikte, insan yüzlerce yıldır doğada başıboş dolaşan akışkanları dizginlemeye, denetlemeye başlıyor. Bu dönemden yüzlerce yıl önce doğada başıboş dolaşan hayvanların dizginlenip evcilleştirilmesi, arabaya koşulması ve el arabasından ‘motorlu’ arabaya geçiş de benzer bir süreç olmuştur kuşkusuz. Yaklaşık 40 yıldır etrafında olan bitenleri sürekli gözlemleyerek öğrenmeye çalışan bir mühendis olarak bir şeylerin böyle gelişmiş olduğunu ‘hissediyorum’. Ancak bir bilim insanı, bir antropolog olmadığımı da biliyorum, bu nedenle yukarıda yazdıklarımla umarım haddimi aşmamışımdır. Sözü akışkanlara, akışkanların peşinden sürüklediği teknik insanlara getirmek istiyorum aslında. Ama ben ne yazık ki bu konuda da çok az bilgisi olan bir mühendisim. Akışkanlarla ilgili teorik bilgim 40 yıl önce üniversitede aldığım derslerden aklımda ne kaldıysa o kadar. Bir de etrafımı gözlerken her zaman hayranlıkla izlediğim basınçlı hava, yağ vb. kullanarak çalışan mekanizmalardan belleğimde yer bulanlar. Bir savunma sanayi firmasında çalıştığım 1989-1997 yıllarında örneğin bir 5/2 valfin çalışma mantığını uzun süre kavramaya çalışmış, kafası sürekli karışmış, kitaplardan okuduğunu anlayamayınca yaparak bozarak işin aslını öğrenmeyi denemiş bir mühendistim. Oysa görevim fabrikanın ihtiyacı olan özel ekipmanın (TAM, yani takım aparat mastar) tasarlamak, imal ettirmek ve çalıştırmaktı. Ben birçok şeyi düşünüp tasarlıyordum ancak bu valfler, 3 yol, 5 yol, dönüş vb. algoritmalar işin içine girdiğinde kafam karışıyordu. Oysa üniversitede teknik olmayan seçmeli ders olarak değerli hocam Ahmet İnam’dan iki dönem mantık dersi de almıştım. Esasında hayatımda işime yarayan en önemli ders olmasına rağmen, iş akışkanların olduğu sistemlerin çalışma mantığına gelince bu ders nedense bir işe yaramıyordu. Neyseki ekibimizde benim dışımda çok iyi mühendis ve teknisyenler vardı ve benim tüm açıklarım kapanıyordu. 1997’de OSTİM’e gelip Kavacıklı İş Merkezi’nde 45 metrekare bir büroya bir masa ve hepsi farklı renkte altı iskemle koyduğumda ne yapacağımı, burada nasıl bir geleceğin beni beklediğini bilmiyordum. Henüz bir çocuktum ve havuza düşen bir çocuğun yüzmeyi bilmese de sakin kalabilirse, telaşa kapılmazsa suyun üzerinde kalabileceğini ve etraftan birinin gelip onu kurtaracağını biliyordum. Bir gün bana da etraftan biri geldi ve DEMİRER Hidrolik’in kurucusu rahmetli Ferit Amca’nın oğlu Suat Demirer ‘seni biriyle tanıştırayım’ dedi. Beni her tarafta boruların, millerin, iş makinesi yedek parçalarının karmakarışık yattığı, tezgahların burunlarından soluyarak ve büyük gürültüler çıkararak çalıştığı bir atölyenin daracık patikalarından geçirip, o gün bana ‘arkadaş biz sana danışalım’ diyerek OSTİM’deki ilk işimi teklif eden Mehmet Arslan (Sarı Memed) ile tanıştırdı. 1997 Şubat ayında başlayan tanışma kısa sürede arkadaşlığa, dostluğa dönüştü ve bu dostluk 2019 yılının Kasım ayına, Sarı Memed bu dünyadan ebediyen ayrılana kadar devam etti. Sezgileri ve gözlem kabiliyeti çok güçlü bir insandı. Ancak ne kadar güçlü veya yetenekli olursa olsun hiç kimsenin hiçbir şeyi tek başına yapamayacağını, ekiplere her zaman ihtiyaç olduğunu da fark etmişti. Bir ekipte bulunan ve en önemsiz gibi görünen birinin bile başarı için ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Bunu, belki de küçücük, kıl kadar bir o-ringin koca bir iş makinasının iş görmez duruma gelmesine neden olabileceğini birçok defa görerek öğrenmişti. Bunun için, çevresindeki herkese ve bana, sürekli ‘ancak birlikte yapabiliriz’ diyordu. Onun, OSTİM içinde ya da karayollarında kamyonların yoğunluğunu (trafiğin akışkanlığı da denebilir) gözlemleyerek memleket ekonomisinin durumuyla ilgili çok gerçekçi öngörülerde bulunurken, ya da Fransızca konuşmadan Fransızlarla, Almanca konuşmadan Almanlarla pazarlık yapıp kazanırken, bana ve çevresine de hep ‘yapabiliriz, evet yapabiliriz’ derken ki halleri hep gözümün önünde. Küçük bir atölyeden büyük bir fabrikaya geçmek, daha büyük işler yapmak, dünyanın her tarafına ürün satmak istiyordu. Yakın çevresinin, çocuklarının, ülkenin tüm çocuklarının, toplumun geleceği için bunun ne kadar önemli olduğunu görüyor, bu vizyonu sürekli olarak herkese inanılmaz bir iştahla anlatıyordu. Dünyadaki güçlü, rekabetçi firmalarla ilgili yazı ve haberleri okuyor, onları anlamaya çabalıyor, onlardan öğrenmek istiyordu. Benimle de sürekli bunları konuşuyor, daha fazla araştırmamı bekliyordu. İyi örnekleri görmek, öğrenmek için sürekli seyahat ediyorduk. Bu çabaların bir aşamasında karşımıza bir fırsat çıktı. Avusturya’da, iş makineleri üreten bir firma hidrolik silindir üretimi hattını satmak istiyordu. Karşılıklı ziyaretler, fiyat üzerine konuşmalar, ön pazarlıklar başlamıştı. Para pul işlerinden hiç anlamayan ben bir 5/2 valfin nasıl çalıştığını çözmeye çalışırken Sarı Memed talep edilen toplam bedelden nasıl 5’de 2 indirim alabileceğinin hesaplarını yapıyordu. İkimiz de kendi farklı dünyalarımızda aynı hesabı ayrı ayrı yapıyorduk. Ama güzel olan şu idi ikimiz de ne yaptığımızı, ayrıca bir diğerimizin ne yaptığını biliyorduk ve birbirimizi çok iyi anlıyorduk. Farklı düzlemlerde yer alıyormuş gibi görünen bu iki ayrı düşünceden iyi bir sentezin ortaya çıkacağının da sezgisel olarak farkındaydık. Akışkanların, kimi zaman hesaplanabilen ama her daim belirsizlikler içeren akıntısına kaptırıyorduk kendimizi. Kimilerinin, kimi zaman ‘alın yazısı’ da dediği bir sonsuz akışın içindeydik. Gün geliyordu tıkanmalar da oluyordu, sistemler arıza verebiliyor, alarm zilleri çalabiliyordu. 2019’un Kasım ayının bir günü böyle bir zamandı ve bir fabrikanın bahçesinde aniden bir cenaze töreninde bulmuştuk kendimizi. Mehmet Aslan, tüm ömrünü çalışarak geçirmiş bir insan, bu dünyadan ayrılmıştı. Ortamda direnç olmadığı sürece akışkan akmaya devam eder. HİDROLİFT de, geride kalanlarla birlikte akmayı sürdürdü. Bu kez, firmada çalıştığım yıllarda henüz bir lise öğrencisi olan Volkan Arslan sorumluluğu üstlenmişti. Mutlaka elinden geleni yapıyordu ki, 2021 Ağustos ayının son günü, sabahın erken saatlerinde onun da vefat haberi aktı geldi. Çamlıdere’nin Avşarlar köyünde tüm sevenleriyle birlikte Volkan’ı da toprağa verdik. Hem Mehmet Arslan’a, hem de Volkan Arslan’a rahmet dilerken, yaşamlarının ve yaptıklarının hepimiz için dersler içerdiğine inanıyorum. Tutkulu bir taraftarı olduğum Gençlerbirliği futbol takımının maçlarına gittiğimde, önümden akıp giden futbolcularımızın formasının arkasında HİDROLİFT’i gördüğümde geçtiğimiz çeyrek yüzyıl da bir kez daha akıp gitmekte belleğimden.